ATATÜRK DEVRİ ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞ DENEMELERİ VE ATATÜRK SONRASI ÇOK PARTİLİ SİYASAL HAYAT

Türkiye Cumhuriyeti, yüzlerce çeşit zorluklar altında kurulmuş, temelinde istiklal aşkının ve imanının olduğu, çağını yakalama amacıyla durmadan, yorulmadan çalışmaya azmetmiş bir devlettir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyeti ilan ederken, bu rejimi sırf devlette bir rejim adı olsun diye kurmamıştır. Mustafa Kemal Atatürk, yeni Türk devletinin içinde bulunduğu çağı yakalayan bir devlet olmasını kafasında planlamıştı. Bu hedefe giden yolda, değişen dünyanın siyasi düzeninde devrimlerine ve Türkiye’nin modern ve laik bir devlet olmasının yolunu açan en önemli anahtarı Cumhuriyet olarak görmüştür. İşte bu sebepledir ki Cumhuriyet, yeni Türk devletinin resmi ideolojisi ve devrimlerinin hazırlayıcısı ve aynı zamanda tamamlayıcısı olacaktır.  Nitekim, Atatürk’ün Cumhuriyet hakkındaki şu sözünü de belirterek bu rejimi ne kadar benimsediğini daha iyi göstermiş olacağımdan kuşkum yoktur: “Türk ulusu büyüktür. Özgürlüğü ve barışı sever. Canı pahasına da olsa, Cumhuriyeti sonsuza kadar yaşatacak güçtedir. Ve yaşatacaktır...Cumhuriyet, etnik kökeni ne olursa olsun tüm yurttaşlarını Türk ulusu çatı kimliğinde birleştirmiştir.”
Atatürk, monarşi ve teokrasi altında yönetilen bir ülkede ne gibi tehlikelerin, hainliklerin ve sıkıntıların baş gösterdiğini görmiş, bizzat yaşamıştır. Bu yüzden Atatürk, gençlik yaşlarından beri İstiklali tam bir ülkenin aşığı, ilerleyen yıllarda iyice kafasında oluşturduğu rejimin, yani demokrasinin, yılmaz savunucusudur. Cumhuriyette, fikir özgürlüğü vardır. Farklı fikirler siyasi hayata atılabilir, seçimlere katılabilir ve meclise girebilir. Nitekim yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde de Atatürk, bizzat kendisi çok partili siyasal hayata geçmeyi denemiş, bunu istemiştir. 
Atatürk döneminde çok partili siyasal hayata geçiş denemeleri:
Çok partili siyasal hayat, Cumhuriyetin olmaz olmazlarındandır. Atatürk döneminde ilk defa 17 Kasım 1924’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulması ile çok partili siyasal hayat için ilk adım atılmıştı. Bu parti, Kurtuluş Savaşı’nda Atatürk’le aynı saflarda bulunmuş olan bir grup sivil ve askerler tarafından muhalefet partisi olarak kurulmuştu. Mustafa Kemal Paşa’da “Times Gazetesi” İstanbul muhabirinin yazılı sorularına 11 Aralık 1924’te “Hakimiyeti Milliye esasına dayanan ve bilhassa cumhuriyet idaresine malik bulunan memleketlerde siyasi partilerin mevcudiyeti tabiidir. Türkiye Cumhuriyeti’nde de birbirini denetleyen partilerin doğacağına şüphe yoktur.”  diyerek yeni kurulan muhalefet partisini hoş karşılamış, bu girişimi doğal bularak bunun cumhuriyet rejiminin bir gereği olarak görmüştür. Halk Fırkasından istifa edenlerin sayısı 22 Kasım’da 32 kişiye ulaşmış, bu 32 kişinin 28’i yeni kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na katılmıştır. Geriye kalan 4 mebus ise bağımsız olarak kalmışlardır.  Bu partinin genel başkanlığını Kazım Karabekir Paşa üstlenmiş, başkan vekilliklerine de Dr. Adnan ve Rauf Beyler, genel sekreterliğe de Ali Fuat Paşa getirilmiştir.Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Ali Fuat Paşa’ya göre iktidara gelmek için değil, Cumhuriyet Halk Fırkası’na muhalefet etmek amacıyla kurulmuştu. Partinin programında demokratik, liberal, düşünce ve inanca saygılı olunacağı ilk olarak belirtiliyordu. Diğer prensipleri ile beraber, çok partili hayata atılmak için kurulan bu parti amaçlarından saptırılarak karşıdevrimcilerin, irticacıların ve teokratik devlet yapısını savunanların sığındığı bir sığınak haline gelmiştir. Tam bu tarihlerde Türkiye ile İngilizler arasında Musul’un yönetimi ve ait olduğu devlet hakkında Lozan’dan beri süre gelen tartışmalar alevlenmişti. Tam bugünlerde Doğu’da İngilizlerin desteği ile gerici Şeyh Said ayaklanması başlamıştır. Bu ayaklanma, büyük çaplı olmuş, bastırılması epey zaman almıştı. Hatta bu isyanı bastırmak için hükumet dahi değişmiştir. Bu isyanın bastırılmasından sonra, gerici Şeyh Sait ve emrindeki eşkiyaların idamı ile Türkiye’de çok partili siyasal hayata geçmek için henüz şartların olgunlaşmadığı görülmüştür. Doğu İstiklal Mahkemesi 25 Mayıs 1925’te kendi bölgesindeki bütün Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası şubelerini kapattı. Ankara İstiklal Mahkemesi de dini siyasete alet ettikleri gerekçesiyle partinin bazı mensuplarını yargılamıştır. Hükumet Takrir-i Sükun Kanunu’nun 1. maddesine dayanarak 3 Haziran 1925’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatılmıştır.  Bu olaydan sonra çok partili hayat adımı bir müddet rafa kaldırılmış, devrimlerin tamamlanması ve halka benimsetilmesi için çabalar hız kazanmıştır. Nihayet TCF’nin kapatılmasından sonra ikinci defa çok partili hayata geçiş denenmiştir. 12 Ağustos’da Fethi Okyar’ın başkanlığında Serbest Cumhuriyet fırkası kurulmuştur. Bu fırkanın kuruluşu, Mecliste bir muhalefet partisi bulunması düşüncesinden kaynaklanmış ve bunun için bir atılım olarak görülmüştür. Atatürk, yurt gezileri sırasında halk arasında mevcut hükumet hakkındaki şikayetleri dinlemiş, sorunları öğrenmiştir. Bundan dolayı da mecliste mevcut hükumeti denetleyen bir partinin gerekliliği bir defa daha hissedilmiştir. Atatürk, kendi devrinde çok partili siyasal hayatın yeşerdiğini görmeyi arzulamıştır fakat gerek sosyal şartlar ve gerekse dış siyasideki şartlardan ötürü, devrimlerin de tam oturmamasından dolayı çok partili hayatı görmeye ömrü vefa etmemiştir. Fethi Okyar bu meseleyi dile getirirken; “Arkasından istibdat müessesesi bırakmamak ve Cumhuriyet’i ebedileştirmek gibi yüksek ülküler adına bir muhalif fırka meydana getirmek istediğini samimi olarak tekrar edip durmuştu.” demiştir.  Yeni bir muhalefet partisinin varlığını ne kadar çok istese de Gazi Paşa’nın birtakım tereddütleri vardı. Kurulan bu muhalefet partisi ilki gibi irticacıların, devrim karşıtlarının ve laik Cumhuriyet esasına aykırı bir hareketin merkezi olmasından endişelendiği de görülüyordu. Bu bakımdan ötürü, devletin temel ilkelerini ve devrimleri özümsemiş bir devlet adamının muhalefetine gerek vardı. Bu şartlarda Atatürk, bu kimliğe uyan kişiyi Fethi Okyar olarak belirlemiş ve bir görüşmesinde de bu yeni muhalefet partisini onun kurmasını istemiştir. Fethi Okyar, Cumhuriyetin ilk meclis başkanlığı ve başbakanlığını yapmış birisiydi. Bu yönden ondan şüphe edilemezdi. Kurulduktan kısa süre sonra da hatırı sayılır bir taban da edinebilmiştir ancak partinin ömrü çok uzun olamamıştır. Partinin sonunu getiren olay ise Serbest Cumhuriyet ve Cumhuriyet Halk Fırkalarının katıldığı belediye seçimlerinde Serbest Cumhuriyet Fırkası, İçişleri Bakanlığı hakkında TBMM başkanlığına gensoru önergesi verdi. 15 Kasım 1930’da mecliste görüüşülen bu önerge çok sert tartışmalara sebep olmuş, SCF, CHF’yi diktatörlükle suçlamıştır. Bu suçlamalara karşı CHF’de SCF’yi memleketteki irticai faaliyetleri ve kuvvetleri hortlatmakla suçladı. Bu tartışmalar daha da büyüyüp kişiselleşme boyutuna varınca mecliste “Atatürk’e Muhalefet ediliyor.” Bu iddiaların üzerine Fethi Okyar, 17 Kasım 1930’da Dahiliye Vekaletine gönderdiği yazıda, partisinin “...gelecekte Gazi Hazretleriyle siyasi sahada karşı karşıya gelmek vaziyetinde kalabileceği...” bu durumdaki bir siyasi oluşumun varlığını parti başkanı olarak koruyup sürdürmeyi imkansız gördüğü gerekçesiyle partisinin feshine karar vermiştir.  Böylece SCF’de, TCF gibi Meclis içerisinde doğan, Meclis içinde ve dışında sınırlı faaliyetlerde bulunabilen bir muhalefet partisi olarak kalmıştır. Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın feshinden kısa bir süre sonra Menemen’de gerici zihniyet tekrar hortlamış, bir Türk Asteğmeni Kubilay, Hilafet diye ortalıkta dolanan yobaz şakiler tarafından şehit edilmiştir. Bu olay, Atatürk’de derin bir üzüntü yaratmış, devrimlerin hala oturmadığını görmesini sağlamıştır. Çok partili siyasal hayata giriş rafa kaldırılmıştır bu olaydan sonra. Ta ki 1946 yılına kadar. 




Atatürk Sonrası Çok Partili Siyasal Hayat
Atatürk’ün ölümünden sonra dünyanın karşılaştığı II. Dünya Savaşıyle sadece Türkiye’nin değil neredeyse tüm demokratik ülkelerdeki siyasal gelişmeler durmuş, Nazilerin ve Faşist İtalyanların otoriter ve saldırgan yönetimleri dünyaya bir karabulut gibi çökmüştü. Türkiye, II. Dünya Savaşı’na girmemeyi başarmış fakat sosyal alanlarda büyük sıkıntılar çekmiştir. Savaş yıllarında çok partili siyasal hayata geçiş denemeleri durmuştur. 
Ta ki 1945 yılına kadar.
1945 yılı içinde Türkiye’nin San Francisco Konferansına katılımından sonra basın demokrasi konusunu tartışmaya açmıştı.  Türkiye’de çok partili dönem, 1945 yılında Nuri Demirağ liderliğinde Milli Kalkınma Partisi’nin (MKP) kurularak 1946 genel seçimlerine çok partili sistemle gidilmesiyle başladı. II. Dünya Savaşı sonrası dünya genelinde oluşan demokrasi rüzgarı Türkiye’ye de sıçradı. Buna CHP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı İsmet İnönü de yaptığı konuşmalarla destek verdi. Bunun dışında Meclis’te o sırada devam eden bütçe görüşmeleri ve köylüyü topraklandırma yasasının görüşülmesi sırasında Meclis’te bulunan toprak ağaları buna karşı çıkmışlardır. Bunların en meşhuru Adnan Menderes’tir. CHP içinde oluşan muhalefetin başını Adnan Menderes, Feridun Fikri Düşünsel, Yusuf Hikmet Bayur, Emin Sazak gibi milletvekillerinin çektiği bir tepki oluştu. Kızışan gelişmelerden sonra Menderes, Köprülü ve Koraltan partiden atıldı. Bayar ise önce vekillikten, sonra partiden istifa etti. 7 Ocak 1946’da Dörtlü Takrir’e imza atanlar tarafından Demokrat Parti kuruldu. Burada ilginç bir duruma değinmek gerekir. 1946’dan önce 1945’de kurulan MKP’yi İsmet İnönü dikkate almamış, muhalefet olarak bile görmemiştir. Bu durumda Demokrat Parti’nin siyasi hayata daha etkili atılması sağlanmış oldu bir nebze. 1950 yılına gelindiğinde ise, genel seçimlerde CHP iktidarı kaybetmiş ve DP iktidarı kurulmuştur. Yeni gelen bu parti ile demokrasinin, cumhuriyetin en öenmliği gereklerinden olan çok partili siyasal hayat artık Türkiye’de rafa kaldırılan koşullardan, kalıcı koşullara geçmiştir. Farklı bir partinin iktidarı alması da büyük bir gelişmeydi. Ancak, Türkiye’de demokrasi bilinci, kültürü ve saygısı oturmamıştı. Bunun en bariz kanıtı geçen yıllarla beraber Demokrat Parti’nin gittikçe sansürcü ve zorba bir zihniyete yönelmesidir. Sonrasında da 1960 İhtilali ile Demokrat Parti iktidardan uzaklaştırılmış, Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koymuştur. İşte Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan beri mücadelesini verdiği demokrasi çabaları, çok partili hayatı rayına oturtma çabaları böyle başlamış, birtakım tecrübeler sonucu kimi zaman askıya alınmış fakat sonunda verilen çabalarla beraber çok partili siyasal hayat 1946’da Türkiye’de tutunabilmiştir. Bazı aralıklarla Türk Silahlı Kuvvetlerinin yönetime el koymasına rağmen çok partili siyasal hayat günümüze kadar gelmiştir ve demokrasi anlayışı devam etmektedir. 


-SON-

NOTLAR 

 1 - Cumhuriyet, hükümet ya da devlet başkanının, halk tarafından belirli bir müddet için ve belirli yetkilerle seçildiği yönetim biçimidir. Nitekim, Atatürk, devrimlerinin tabanını halkta oluşturmanın, halka benimsetmenin önemini kavramış bir insandı. III. Selim zamanından beri süre gelen reform çabalarının yetersizliği ve bikrça isyanla rafa kaldırılabilirliğini, bu reformların ve devrim çalışmalarının halkta kabul görmemiş olmasına da bağlamıştır Atatürk. Onun için artık halkın yönetime katılması, otoriter ve teokratik yönetimlerin yok edilmesi bir hayat memat meselesidir. İşte bu yüzden, Atatürk, Cumhuriyet rejimini en doğru rejim olarak görmüştür.
 2 -  Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri III, s. 77
 3 -  Türkiye Cumhuriyeti Tarihi II, Atatürk Araştırma Merkezi, s. 50-51
 4 -  A.g.e.  S. 52
  5 - Fethi Okyar, Üç Devirde Bir Adam, İstanbul 1980, s. 409
  6 - Tunaya, Siyasi Partiler, s.628,635. Ahmet Ağaoğlu hatıratında SCF’nin kapatılmasında hükümetin, CHF’nin basının ve bazı yöneticilerin parmağı olduğuna işaret etmektedir.
 7 - Kişisel olarak şunu da belirtmek istedim. II. Dünya Savaşı’nda İngiltere-ABD-Sovyet tarafının savaşı kazanmasıyla dünyadaki totaliter rejimler, ırkçı söylemler büyük tehdit altına girmiş, aşama aşama yok edilmiştir. İşte böyle bir ortamda Türkiye, uluslararası arenada tepki çekmemek için tekrardan şartların olgunlaşmasını beklemeden çok partili hayata geçmiştir. Dikkat çekmek istediğim konu şu: Türkiye, II. Dünya Savaşı’nın sonucuna göre siyasal hayatında adımlar attı. Peki ya Naziler kazansaydı? Türkiye, demokrasiye tekrardan girer miydi yoksa ülkedeki totaliter rejim yanlılarının ve Irkçıların hükümette cirit attığı bir yer mi olurdu? Bu soruların cevabını öğrenemeyeceğiz. Sadece tahminler yürütmekten ibaret kalacak.


KAYNAKÇA

1) Türkiye Cumhuriyeti Tarihi II, ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ, ANKARA,2016
2) Türkiye Cumhuriyeti Tarihi-III 1939-1945 Milli Şef Dönemi, Mahmut GOLOĞLU, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İSTANBUL, 20177
3) Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Anıları, Derleyen: Hulusi Turgut, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İSTANBUL, 2018
4) Cumhuriyet Türk Mucizesi II, Turgut Özakman, Bilgi Yayınevi
5) Wikipedia, Türkiye’de Çok Partili Dönem 
6) Üç Devirde Bir Adam, Fethi OKYAR, İstanbul, 1980
7) Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri III


Yorumlar

Popüler Yayınlar